Mayıs 2017

İŞ HUKUKUNDA BELİRSİZ ALACAK ve KISMİ DAVA

                                                                                                 İLKER METE ÖZSOY

Belirsiz alacak ve kısmî davaya ilişkin uygulama ve düzenlemeler, hukuk sistemimize, yakın sayılabilecek bir zamanda girmiştir. 1086 sayılı mülga HUMK bünyesinde her iki dava türüne de yer verilmediği gibi, bu dava türlerine uygulamada başvurulmasının önünü kesecek maddeler de mevcuttu. Ancak mülga usul kanununun yürürlükte bulunduğu 1999 yılında, Anayasa Mahkemesi vermiş olduğu 1999/1 E., 1999/33 K. sayılı kararla[1] 87. maddenin son cümlesinde yer alan, " müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez." hükmünü iptal ederek kısmî dava uygulamasının önünü açmıştır.

12/01/2011 tarihinde TBMM'de kabul edilen ve 01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK'da ise her iki dava türüne de yer verilerek, kısmî dava uygulamasına yasal dayanak oluşturulmuş, belirsiz alacak davası ise bir yenilik olarak hukuk sistemimize dahil edilmiştir. Geçen sürede her iki dava türüne de sıkça başvurulmuş, fakat mahkeme ve Yargıtay kararlarında, hangi tür uyuşmazlıklarda bu dava türlerine başvurulabileceği, hangilerinde ise başvurulamayacağı konusunda bir istikrar sağlanamamıştır. Keza doktrinde de tam bir görüş birliğine varılamamıştır. Uygulamadaki istikrarsızlıklar bilhassa işçilik alacaklarına ilişkin davalarda toplanmıştır.

Son olarak 01/04/2015 tarihinde HMK'nın kısmî davaya ilişkin hususları düzenleyen 109. maddesinin 2. fıkrasında yer alan, " Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz." hükmü kaldırılarak kısmî davaya daha geniş bir uygulama alanı tanınmak istenmiştir.

I. BELİRSİZ ALACAK DAVASI ve TESPİT DAVASI

6100 sayılı HMK 107. maddesinde belirsiz alacak ve tespit davasını birlikte düzenlemiştir. Normal şartlarda bir eda davasında, davacı, karşı taraftan talep ettiği şeyin miktarını açıkça belirtilmeli iken, kanun koyucu getirmiş olduğu yeni dava türüyle, bazı durumlarda bu kuralın dışına çıkılabilmesine olanak sağlamıştır. Davacının emin olmadığı konularda, davanın kaybı durumunda yargılama giderlerine mahkûm olma riskini azaltmak için, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak kısmî dava açması da mümkündür. Fakat, talep konusu taraflar arasında tartışmaya yer vermeyecek şekilde açıkça belli ise belirsiz alacak ve tespit davası açılamaz [2].

HMK'nın 107. maddesinde yer alan bu düzenleme ile, eda davaları ve tespit davalarının yanında, “belirsiz alacak ve tespit davası" adıyla yeni bir dava türünü daha kabul etmiştir. Söz konusu maddeye göre; " Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir." Belirsiz alacak davası, zararın baştan değil, ancak belli bir incelemeden sonra tespit edilebileceği tazminat davalarında mümkün olabilir. Alacaklının bu tür bir dava açabilmesi için, dava dilekçesinde talep edeceği miktarı ya da değeri tam ve kesin olarak belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu durum, objektif olarak imkânsız olmalıdır. Dava talebinde yer alacak olan değerin miktarı biliniyorsa ya da tespit edilebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz. Çünkü her davada olduğu gibi, bu davada da hukukî yarar aranmalıdır ve böylesi bir durumda hukukî yarardan bahsedilemez[3].

Yapılan düzenleme neticesinde, yukarıda anlattığımız şekilde şartlar oluştuğunda, kısmî davaya göre daha kolay ve ucuz olan , belirsiz alacak davası açılabilecek, ayrıca, davacı dilerse, alacağının belirlenebilir kısmını talep edip, geri kalan kısmı için tespit davası ya da tüm alacağı için tespit davası açma yoluna gidebilecektir [4] .

A. Belirsiz Alacak Davasının Amacı

Normal şartlarda bir alacak davasında davacı, dava dilekçesinde, "Açık bir şekilde talep sonucunu" yazmak zorunda olduğundan, alacak miktarını belirleyemediği durumlarda bu zorunluluğu yerine getirmeye çalışarak pek çok riski göze almak zorunda kalacaktır[5]. Belirsiz alacak davasının aslî amacı, davacı yönünden bu riskleri gidermektir.

1 . Davacıyı, Yüksek Yargılama Giderlerini Yüklenme Riskinden Muaf Tutma Amacı

Bu risklerden bir tanesi, davacının yüksek yargılama giderlerine mahkûm olma ihtimalidir. Dava açılarken, dava miktarını tam olarak bilemeyen davacı, ileride eksik talepte bulunmuş olma riskiyle karşılaşmamak adına, talep miktarını yüksek tutarak başka bir risk olan yüksek yargılama giderlerine mahkûm olma riskini göze almak mecburiyetine itilir. Bu durumun Anayasa'nın 36. maddesiyle hak arama hürriyeti hakkını kısıtlayıcı sonuçları olabilmesi pek muhtemeldir. Zira, bir yurttaş, miktarını dava öncesinde tam olarak bilemediği, ya da bilebilmesinin imkânlı olmadığı bir alacak için hak arama hürriyetini kullanacağı aşamada, ya yukarıda anlattığımız riski almak mecburiyetine girecek ya da bu risk karşısında çekinerek dava talebindeki şeyin miktarını düşük tutacak veyahut mahkemeler yoluyla hak aramaktan imtina edecektir. Böylesi bir durumun, yurttaşların en temel anayasal haklarından olan "hak arama hürriyeti"ni kısıtlayacağı açıktır. HMK ile getirilen belirsiz alacak davası; davacıya verdiği; davanın asgarî bir tutarla açılması ve alacağın tahkikat aşamasında belirli hâle gelmesi sonrası, davanın genişletilmesi yasağına tâbi olmadan, karşı tarafın muvafakati de aranmaksızın ve de ıslah yoluna gidilmeden, talep miktarının yükseltilebilmesi imkânıyla hak arama hürriyetinin önünde oluşabilecek bu engeli kaldırmayı amaçlamıştır.

2 . Zamanaşımı Bakımından Davacıyı Koruma Amacı

Belirsiz alacak davasının bir diğer işlevi de zamanaşımı süresinin dolma riskini ortadan kaldırmasıdır. Belirsiz alacak davasına alternatif olarak tercih edilebilecek olan kısmî dava açılırken alacağın geri kalan kısmı saklı tutulsa bile, zamanaşımı süresi saklı tutulan kısım için kesilmeyeceğinden alacağın geri kalan kısmının gerek ek dava gerekse de ıslah yolu ile istenmesi hâlinde bu kısmın zamanaşımına uğrama riski vardır[6]. Belirsiz alacak davası yolu tercih edildiğinde ise, zamanaşımı süresi davanın açılması ile birlikte tüm alacak bakımından kesileceğinden, alacağın zamanaşımına uğrama riski de bertaraf edilmiş olur.

Belirsiz alacak davası, davacının gereksiz masraf yapmasına, ikinci bir dava açmasına ve çelişik hüküm verilmesine engel olmaktadır. Bu yönüyle usul ekonomisi ilkesine hizmet eder. İkinci bir dava açılamasına, ya da aynı davada ıslah yoluna gidilmesine gerek bırakmayarak; zaman ve masraf yönünden tasarruf imkânı doğurur [7] .

B. Belirsiz Alacak Davasının Şartları

Belirsiz alacak davasın ancak kanunun öngördüğü belli şartların varlığı hâlinde başvurulabilecek bir dava türüdür. Belirsiz alacak davasında, normal şartlarda dava dilekçesinde bulunması zorunlu bazı unsurların, dilekçede yer almasına gerek olmaksızın davacının talebini mahkemeye sunması mümkün olabilmektedir. Şöyle ki;

Talep sonucu dava dilekçesinin zorunlu unsurlardandır. Hâkim açılan davayı talep sonucuna göre inceler ve karar verir. Davacı çoğunlukla dava açacağı dönemde, alacağının miktarını bilmekte ya da bilebilecek durumdadır. Böylesi olağan durumlarda, dava dilekçesinde talep sonucunun belirtilmesi bir sorun teşkil etmemektedir. Ancak maddî hukukta alacaklının kimi hâllerde alacağının miktarını tam olarak belirlemesi mümkün değildir.

1 . Davanın Açılacağı Esnada, Alacağın Miktarınının ya da Değerinin Tam ve Kesin Olarak Belirlenebilmesinin Davacıdan Beklenemeyecek veya Bunun İmkânsız Olması

Alacağının miktarını tam olarak belirleyemeyen davacının dilekçesinde talep sonucunu tam olarak belirtmesi kendisinden beklenmemelidir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndan önce bu durumda kısmî dava açılabilmekte idi. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinde yapılan düzenlemeden sonra, talep sonucunun belirlenemediği hâllerde, kısmî davaya kıyasla daha kolay ve ucuz olan, belirsiz alacak davası da açılabilecektir. Bunun yanında yapılan yeni düzenleme ile davacının alacağının belirlenebilir kısmını talep ederken, geri kalan kısmı için tespit davası açması ya da tüm alacağı için bir tespit davası açabilmesi mümkün hâle getirilmiştir [8].

HMK'nın 107. maddesinde bu durum, " Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde..." şeklinde ifade edilmiş, davacının hangi durumlarda miktarı belirlemeyeceğinin veya bunun imkânsız olduğunun kabul edileceğine dair detaylara yer verilmemiş, bu husus doktrin ve uygulamaya bırakılmıştır.

Talep sonucunu davacı tarafından, dava dilekçesinin oluşturulduğu aşamada belirlenemediği veya belirlemesinin imkânsız olduğu hâllerde başvurulacak dava türü belirsiz alacak davasıdır. Davacı, dava dilekçesinde, alacağının miktarını belirleyebilir durumda ise belirsiz alacak davası açamaz. Dava dilekçesi oluşturulurken, sadece sübjektif olarak talep sonucunun belirsiz olduğu söylemek, belirsiz alacak davası açmak için yeterli değildir.

Belirsiz alacak davasında, davacının dava dilekçesinde belirttiği talep sonucu, “geçici talep sonucu” olarak ifade edilir . Davacının alacağının belirleyebildiği kadarını belirttiği bu geçici talep sonucu, daha sonra “kesin talep sonucu”na dönüştürülerek, arttırılabilecektir. Dava açılırken tahsili gereken harç da geçici talep sonucundaki bu geçici tutar üzerinden tahsil edilecek, daha sonra kesin talep sonucu arttırıldığında, eksik olan harç tamamlatılacaktır. Harcın tahsilini hâkim kendiliğinden sağlayacak ve alacak belirli hâle geldikten sonra eksik olan harç varsa bu tamamlanmadan daha sonraki işlemleri yapmayacaktır. Talep sonucunun belirlenmesinin imkânsız olması, davacının talep sonucunu hiçbir şekilde belirleyemediği hâllerde söz konusu olabilecektir. Talep sonucunun belirlenememesi bazı hâllerde biyolojik nedenlerle imkânsız olabilir. Örneğin, zarar gören kişinin zararın sonuçlarının dava açtığı sırada tam olarak belirlemesi mümkün değildir. Ağır yaralanan kişinin dava açıldığı sırada tedavisi devam etmektedir ve tedavinin sonuçlarını tam olarak belirlemek mümkün değildir. İmkânsızlık ikinci olarak hukukî anlamda olabilir. Bu durumda davacının talep sonucunu belirleyebilmesi için gereken bilgiler üçüncü kişi ya da davalının bilgisindedir. Örneğin hastanede gördüğü tedaviden sonra zarar gören kişinin, davalının (doktorun veya hastanenin) kusurunu bilmesi gerekir ki, bu konuda talep edeceği tazminat miktarını belirlemesi mümkün olabilsin. Davacıdan zararının yüksekliğini tam ve objektif olarak belirlenmesi için pahalı bir uzman görüşü alarak dava açması da beklenemez; zira uzman görüşü bir bilirkişi raporu gibi değil, tarafın iddiasının dayanağı olarak kabul edilmektedir. Bu ihtimal özellikle zor ve karmaşık bir teknik bilgiyi gerektiren hesaplama yapılmasının gerekli olduğu hallerde geçerlidir. Dava sonunda hükmedilecek olan miktar tamamen hâkimin takdirine ait ise bu durumda da hukukî anlamda belirsizlik vardır. Burada davacı hukukî engeller nedeniyle talep sonucunu belirleyememektedir. Örneğin, manevî tazminat talebinde tazminat miktarının belirlenmesi hâkimin takdirine ait olması sebebiyle imkânsızdır [9] .

Ayrıca hâkimin takdirinin, alacak miktarı veya değerinin belirlenmesinde önemli olduğu durumlar ile dava konusu alacağın belirlenmesi karşı tarafın uhdesinde yer alan bilgi ve belgelere bağlı olması ve yargılama aşamasında bilirkişi incelemesini gerektiren davalara konu alacaklar da alacaklının davadan önce uzman kişilerden rapor alması beklenemeyeceğinden, belirsiz kabul edilir [10] . Ancak, bir davanın, sadece bilirkişi incelemesine gerek duyulması nedeniyle, belirsiz alacak davası olarak kabul edilmesi de doğru değildir [11][12] .Yargıtay da son zamanlarda vermiş olduğu bir kararında; iş makinelerinin zarara uğraması nedeniyle açılan davada, hasarın bilirkişiler tarafından tespiti istenmekle beraber, makinelerin model ve özelliklerini dikkate alınarak da zararın tespit edilebileceği gerekçesiyle belirsiz alacak davası açılamayacağına hükmetmiştir.

2 . Talep Sonucu Yönünden Asgarî Bir Tutarın Dava Dilekçesinde Gösterilmesi Şartı

Belirsiz alacak davasının şartlarından bir tanesi de, dava açılırken talep sonucu miktar tam olarak bilinmese de asgarî bir tutarın dava dilekçesinde gösterilmesi zorunluluğudur. HMK'nın 107. maddesi bu durumu, " alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir." Şeklinde ifade etmektedir.

Belirsiz alacak davasında, alacak miktarının üst sınırı belirsiz, talep sonucu belirli olduğundan, davacının, davanın başında iddiasıyla ilgili tüm vakıaların delillerini değil, talebini belirlemeye yönelik vakıaları ve bunların dayandığı delilleri net, somut bir biçimde ortaya koyması yeterli görülmektedir [13] .

Davacı tarafından, dava dilekçesinde talep konusu miktarın asgarî düzeyde belirtilmesi gerekirken, hükmedilmesi talep edilen en yüksek miktarın yazılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Talep sonucu miktar, davacı tarafından bilinebilecek duruma geldiğinde, davacı talep sonucunu belirleyerek, kesin talep şeklinde mahkemeye sunacaktır. Mahkeme tarafından yargılama giderlerine hükmedilebilmesi ve açıklanacak hükme karşı kanun yollarına gidilebilmesi için talep sonucunun kesin olarak belirlenmesi zorunludur. Davacı tahkikat aşaması sona erene kadar kesin talep sonucu belirlemez ya da belirleyemez ise, mahkeme ilk talep edilen geçici(asgarî) talep sonucuna göre hüküm kuracaktır.

Davacı tarafından dava dilekçesinde gösterilecek olan asgarî miktar serbestçe belirlenebilecek bir tutar değildir. Asgarî miktarın, dava açıldığı sırada, davacının en düşük düzeyde belirleyebildiği tutarda olması icap eder [14] .

Belirsiz alacak davasını açan davacı, talep sonucunu dayandırdığı bütün vakıaları eksiksiz bildirmelidir. Dava dilekçesinde belirtilmesi imkânsız olan veya davacıdan beklenilmeyen şey talep sonucudur. Talep sonucu belirsiz alacak davasında tam olarak belirtilmese bile, talep sonucunun dayandırıldığı vakıalar eksiksiz olarak bildirilmelidir. Burada eksiksiz olan dava değildir, bu sebeple de davanın ismi belirsiz dava değil, belirsiz alacak davası olarak ifade edilmiştir. Aslında alacak belirlenebilir bir alacaktır. Yalnızca bu tespitin davanın açıldığı aşamada yapılması mümkün olmamaktadır. Yargılama sırasında karşı tarafın ya da üçüncü kişilerin ellerindeki delillerin sunulmasıyla, talep sonucu belirlenebilir hâle gelebilecektir. Bu sebeple, dava dilekçesinde talep sonucu belirtilmese bile, o sonuca ulaşılmasına yardımcı olacak vakıalar eksiksiz olarak mahkemeye sunulmalıdır [15] .

Davacı başlangıçta tespit edemediği talebini belirsiz alacak davası olarak açabilir, sonraki aşamalarda bir yasak ve engelle karşılaşmadan talebini belirli hâle getirebilir; fakat başlangıçta belirsiz(geçici) olan talebini belirli hâle getirirken, yeni vakıalar ileri sürmeye kalkarsa, bu iddianın değiştirilmesi yasağına girer.

Davalı belirsiz alacak davasına karşı savunmasını, başlangıçta sunulan bu vakıalara karşı kurgulayarak yapacaktır. Davacı tahkikat aşamasında yeni vakıalar ileri sürmek isterse, bu iddianın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Davacı delillerini de dilekçe değişimi aşamasında mahkemeye bildirmelidir. Hukukumuzda zaman zaman sonradan delil sunulması ile iddia veya savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı birbirine karıştırılmaktadır. Mevcut vakıalar için yeni deliller ileri sürülürken aynı zamanda yeni bir vakıanın da ileri sürülmesi söz konusu değilse, sonradan delil gösterilmesi iddia ve savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağına girmez. Sonradan delil gösterilmesi HMK'nın 145. maddesinde düzenlenmiştir. Tarafların dilekçelerinde göstermedikleri delilleri sonradan göstermelerine iki hâlde izin verilebilir. Bunlardan ilki, tarafın sonradan delil ileri sürmesi yargılamayı geciktirme amacını taşımıyorsa, hâkim buna izin verebilir. İddia veya savunmanın değiştirilmesi ya da genişletilmesindeki gibi karşı tarafın iznine gerek yoktur. İkincisi, sonradan gösterilmek istenen delilin süresi içinde ileri sürülememesi tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, bu durumda da hâkim sonradan delil gösterilmesine izin verebilir (m. 145).

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göre, ön inceleme duruşmasında taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir (m.140/5).

3. Belirsiz Alacak Davasında Belirsizlik, En Geç Tahkikatın Sonuna Kadar Devam Edebilecektir.

Davacı en geç tahkikatın sonunda talep sonucunu belirlemeli ve bunu mahkemeye bildirmelidir.

Belirsiz alacak davasında talep sonucunun belirlenmesi üç ayrı süre içinde söz konusu olabilmektedir. Birinci ihtimalde, alacağın belirlenmesi davanın açılmasından sonra davalı tarafın açıklaması ve mahkemeye bilgi ve delil sunmasından sonra mümkün olabilmektedir. Davacı açtığı davada mahkemeye terditli iki talep ileri sürmektedir. Birinci talebinde davalının mahkemeye uyuşmazlık konusu ile ilgili kendisinde eksik olan ve davalının bilgisinde bulunan bilgi ve belgeleri vermesini talep etmektedir. Davacının ikinci talebi ise bu bilginin sunulmasından sonra belirlenecek olan talep sonucudur. Mahkeme öncelikle ilk talep hakkında karar vermelidir. İlk talebin kabul edilmesi ve bilginin açıklanması üzerine, davacıya mahkemece bir süre verilerek bu süre içinde talebinin belirlenmesi istenir. Bu tür davanın sözleşmeden, şirketler hukukundan ve aile hukukundan doğabileceği kabul edilmektedir. Sözleşmeden doğan böyle bir dava şu ihtimalde söz konusu olabilir. Hekimin sorumluluğu nedeniyle bir tazminat davası açılmasını düşünelim: Davacı hekimin ya da sorumlu hastanenin kendisine yeteri kadar veya hiç bilgi vermemesi nedeniyle zararını hesaplama imkânına sahip değildir. Zira hasta kendisine uygulanan tedavi biçimini ve içeriğini bilmemektedir. Sözleşme dışı sorumlulukta ise kural olarak zarar veren kişinin zarar görene tazminat miktarını tespit edebilmesi için bilgi verme yükümlülüğü bulunmamaktadır.

Belirsiz alacak davasında talep sonucunun belirlenebileceği ikinci ihtimal ise davacının alacağını ispat aşamasının sonunda belirleyebilmesidir. Davacı, davalının delillerini mahkemeye sunmasından sonra, alacağını belirleyebilecektir. Bu durum özellikle bilirkişi aracılığı ile zararın tam olarak belirlenmesinden sonra söz konusu olabilir. Ancak bunun için davacı bir kez talep sonucunu belirleyebilme olanağına sahiptir. Birden fazla bilirkişi incelemesi yaptırılmış ise her bilirkişi incelemesinden sonra talep sonucunu yeniden belirleyebilme hakkına sahip değildir.

Alacak miktarının hâkimin takdirine göre belirlendiği hâllerde ise belirsiz alacak davası açan davacı en geç tahkikatın sonunda talep sonucunu belirleyip talepte bulunmalıdır. Manevî tazminat davaları gibi tazminatın miktarını hâkimin takdir edeceği hâllerde davacının herhangi bir talepte bulunmaması hâlinde hâkim dava dilekçesinde belirtilen asgari miktara göre karar verecektir. Davacı her hâlde geçici talep sonucunu belirlerse hâkim bu belirlenen talep sonucunu esas alarak karar verebilir.

Yukarıdaki üç ihtimalde davacı dava dilekçesi ile belirttiği geçici talep sonucunu tahkikat aşamasında kesin talebe dönüştürmeli ve asıl talebini ileri sürmelidir. Aksi hâlde hâkim asgarî miktarı esas alarak karar verecektir. Zira 107. maddeye göre, davacı, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonunda alacağının miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenmesinin mümkün olduğu anda talebini belirleyerek, artırabilecektir. Bu talep sonucunun belirlenmesi veya çoğu kez artırılması iddianın genişletilmesi yasağına tâbi değildir. Bunun dışında hâkimin talepten fazlasına karar verme yasağı belirsiz alacak davasında da geçerli olacaktır [16] .

II. KISMÎ DAVA

Davacının, şimdilik alacağının belli bir bölümü için açtığı dava, kısmî dava olarak

Nitelendirilir.

A. Kısmî Davanın Şartları

1. Talep Konusu Alacağın Niteliği İtibariyle Bölünebilir Olması

Örneğin, davacının davalıya verdiğini iddia ettiği beş bin TL'nin, şimdilik şerhiyle iki bin TL'sini dava etmesi şeklinde açılan bir dava kısmî davadır. Kısmî dava açılabilmesi için , işin niteliği gereği, talep konusu şeyin bölünebilir özellikte olması gerekir. Aksi takdirde kısmî dava açılamaz.

2 . Talep Konusu Alacağın Tümünün Aynı Hukukî İlişkiden Doğmuş Olması

Talep konusunun niteliği gereği bölünebilir olması kısmî dava için yeter şart değildir. Aynı zamanda talep konusu alacağın tümünün aynı hukukî ilişkiden doğmuş olması gereklidir.

Dava konusu alacak, bir alacağın belli bir kesimi değil ise, o zaman dava, kısmî dava olarak nitelendirilemez. Örneğin, davacı davalıdan ödünç verdiği para için beş bin TL, sattığı malın bedeli için de bin TL alacaklı olduğunu iddia ederek, bunlardan şimdilik ödünç verdiği beş bin TL için dava açtığını bildirirse, böyle bir dava kısmî dava değildir. Çünkü ödünç alacağının tamamı dava konusu yapılmıştır [17] .

Davacının aynı davalıdan, farklı hukukî ilişkilere dayanarak oluşturduğu birden fazla talebi varsa, bunlardan birini ya da bir kaçını talep ederek açtığı dava kısmî dava olarak nitelenemez [18].

B. Kısmî Davanın Hukuk Sistemimize Girişi ve Sonraki Süreç

Kısmî dava yukarıda bahsettiğimiz gibi, yeni usul kanunu ile mevzuatımıza girmiş olsa da HUMK'nın uygulandığı dönemde de, Anayasa Mahkemesi'nin 1999 yılında vermiş olduğu kararla, 87. maddenin son cümlesinde yer alan, " müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez" hükmünün kaldırılması sonrası kendisine uygulamada yer bulabilmişti.

1/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK ise, 109. maddesinde yer verdiği kısmî davaya ilişkin şu hükümleri içermekteydi;

" Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir. Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz. Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez."

1999 yılı sonrası hukuk sistemimizde uygulamaya giren kısmî dava çeşidi, yeni kanunda yer alan yukarıda yazılı maddeyle tam anlamıyla yasal zemine kavuşmuştur. Ancak bilhassa ikinci fıkrada yer alan, " Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz." hükmü kısmî davanın uygulama alanını oldukça kısıtlayarak uygulamada sorunlara yol açmaktaydı. Sonrasında 01/04/2015 tarihinde yapılan düzenleme ile ikinci fıkra hükmü yürürlükten kaldırılmış ve kısmî davanın uygulama alanı genişletilmiştir.

Yapılan bu değişiklik ile kısmî davaya ilişkin yasal düzenleme, hukukun bütünlüğüne uygun hâle getirilmiştir. Hattâ, HMK 107. maddesinde düzenlenen belirsiz alacak ve tespit davasına ilişkin farklı yorumlamaların, kısmen de olsa ortadan kalkması olanağı dahi ortaya çıkmıştır. HMUK döneminde, kısmî davanın yasal bir tanımı bulunmamaktaydı.

Kısmî dava, Yargıtay içtihatları ile ortaya çıkmış ve ilmi içtihatlarla desteklenmiş, bir dava türü olarak doğmuş ve uygulanmıştı. HMUK dönemindeki bu gelişmede, kısmî davaya, HMUK 4. maddesi usul hukuku kuralı ve BK 84. maddesi ise maddi hukuk kuralı olarak hukukî dayanak oluşturmuştu.

Kısmî dava açılabilmesi için, asıl alacağın bilinmesi ve dava dilekçesinde belirtilmesi HUMK döneminde zorunluluktu. Çünkü HMUK m.4’e göre görevli mahkemenin belirlenmesi ve HMUK m.426’ya göre kanun yollarına başvurma sınırlarının saptanmasında, derdest olan kısmî davanın değerinin değil, asıl alacağın dikkate alınması yasanın emri olup, Yargıtay kararlarınca da benimsenen bir koşuldu.

HMUK dönemine ait, YHGK 17.10.2012 gün ve 2012/9-838 E. 2012/ 715 K[19] sayılı kararı şu şekilde;

“Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” demesi, kural olarak yeterlidir.”

HMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra oluşturulan bu kararda, HMUK döneminin YHGK kararına ve o dönemin bilimsel görüşlerine atıf yapılmış olması göz önünde tutulduğunda, iki dönem arasında bir farklılığın olmaması gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Zaten bir şeyin kısmî olduğunu söyleyebilmek için, tümünün bilinmesinin bir zorunluluk olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Bu durumda, yürürlükten kaldırılan HMK m.109/2, var olan bir yanlışın düzeltilmesi anlamına gelmektedir.

Fakat, HMUK döneminde uygulamada, özellikle iş mahkemelerindeki uygulamalarda, davanın değeri ne olursa olsun iş davalarının mutlaka iş mahkemelerinde görülmesi zorunluluğu olduğu için, yani dava değerinden ötürü, göreve ilişkin bir sorun yaşanmadığı için; kısmî dava, hem ilmî ve kazaî içtihatlarda benimsenen şekline hem de yasaların aradığı koşullara aykırı bir gelişme göstermiştir.

HMK hazırlanırken dava türlerinin yasal tanımlarının yapılması, bir ilke olarak benimsendiği için, yeni HMK’da, hukuk sistemimizde yer alan davaların tanımına yer verilmiştir. İşte bu tanımlamalar yapılırken, kısmî dava da bir dava türü olarak HMK’da yer almıştır. HMK, TBMM’ye sunulduğunda, komisyon çalışmalarında, mevcut dava türlerine, o güne kadar bilmediğimiz bir dava türü olan, belirsiz alacak ve tespit davası da eklenmiştir. Yapılan bu ekleme, HMK m.106’da yer alan tespit davası, HMK m.107’de yer alan belirsiz alacak ve tespit davası ile HMK m.109’da yer alan kısmî davanın uygulamacılar arasındaki yorumunda uçurumların oluşmasına neden olmuştur. Bu farklı yorumlarda, yorumcuların maddi yararları bir etken olduğu gibi, HMK m.109/2’de yer alan ve bugün kaldırılmış olan yasaklama hükmü de rol oynamıştır.

HMK m.109’da yapılan bu değişiklik ile madde içeriğinde oluşan kısmî davaya ilişkin çelişki giderilmiş olduğu, HMK 106. ve 107. maddelerinin daha doğru uygulanması olanağı doğmuştur.

HMK m.109’da yapılan değişiklik ile maddenin ikinci fıkra hükmü yürürlükten kaldırılarak, dava konusunun taraflar arasında tartışmasız olması ve dava konusunun açıkça belli olması halinde kısmî dava açılamayacağına ilişkin yasak kaldırılmış ve kısmî dava gerçek anlamına uygun hâle getirilmiştir. Yani dava konusunun açıkça belli olması ve bunun taraflar arasında tartışmasız kabul edilmesi hâlinde, kısmî dava açılabileceği hükme bağlanmıştır. Böylece, bölünebilir bir alacağın varlığı halinde, bunun bir kısmı dava konusu edilebilecek hâle gelmiştir. Üstelik HMK m.4’e göre görevin belirlenmesinde parasal sınırlamalar kaldırılmış olduğu için, görevin belirlenmesinde de bir problem olmaksızın kısmî dava açılabilecek hâle gelmiştir. Elbette, kanun yoluna başvurmada, kısmî davada yer alan değer değil, davanın bütünün içerdiği değer dikkate alınacaktır. Diğer bir anlatımla, HUMK döneminde, gerek ilmî gerekse kazaî içtihatlarla benimsendiği gibi, “kısmî dava, dava konusunun bölünebilir olması koşulu ile, belli bir alacağın bir kısmının talep edilebilmesidir” tanımlamasına uygun hâle gelmiş olmaktadır. [20] .

II. BELİRSİZ ALACAK DAVASI İLE KISMÎ DAVANIN KARŞILAŞTIRILMASI

Belirsiz alacak davası ve kısmî dava karşılaştırıldığında;

A. Zamanaşımı Bakımından

Kısmî davada zamanaşımı yalnızca dava konusu edilen alacak miktarı için kesilirken, belirsiz alacak davasında zamanaşımı yalnızca davaya konu geçici talep miktarı için değil, sonradan artırılacak olan alacak da dahil olmak üzere tüm alacak için kesilmektedir. Kısmî davada, davanın açılmasından sonra davacı, geriye kalan alacağını karşı tarafın muvafakat etmemesi halinde, daha önceden ıslah yoluna başvurmaması koşuluyla, ıslahla davaya dahil edebilirken, belirsiz alacak davasında davacı talep miktarını, iddianın genişletilme yasağına tâbi olmaksızın kullanabileceğini ve kısmî davadan sonra ıslahla artırılan miktar için faiz, ıslah tarihinden itibaren işlemeye başlarken belirsiz alacak davasında alacağın tamamı için davanın açıldığı tarihten itibaren faiz işletilebileceğini söyleyebiliriz [21] .

B. Talep Sonucu Bakımından

Belirsiz alacak davası ile kısmî dava arasındaki farkı net olarak ortaya koyabilecek kıstaslardan bir tanesi de, talep sonucu bakımından olup; kısmî davada dava açıldığı sırada dava değeri belirli iken, belirsiz alacak davasında davacının dava açtığı sırada gösterdiği değerin geçici olup, bununla birlikte yargılama sırasında ortaya çıkacak alacağın tamamının da hüküm altına alınmasının istenebilecek olmasıdır [22] .

Her iki davanın uygulama alanı bakımından da öğretide farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüş, alacak miktarının tartışmalı olduğu anlarda belirsiz alacak davası veya kısmî dava açılabileceğini ileri sürmektedir[23] . Diğer görüş ise, belirsiz alacak davası, dava açıldığı sırada alacağın miktarını veya değerini tam ve kesin olarak belirlenemediği hâllerde dava açılabileceği yorumunu yasaya daha uygun bulup; kısmî davada talep konusunun, miktar taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olması halinde açılamayacağından kısmî davanın uygulama alanını daha geniş bulmaktadır [24] . Ancak hemen belirtmek gerekir ki, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere HMK kısmî davaya ilişkin hükümleri içeren 109. maddesinin 2. fıkrasında bulunan " Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz." hükmü yürürlükten kaldırılmıştır.

C. Davaların Niteliği ve Sonuçları Bakımından

Kısmî dava, bir eda davasıdır. Bu davada da her eda davasının içeriğinde olduğu gibi, tespit davası özelliği vardır. Fakat bu, belirsiz olan alacağı belirgin hâle getirmek özelliğini taşıyan bir tespit davası değildir. Buradaki tespit, talep edilen kısmî alacağın var olup olmadığını saptamak için yapılmaktadır. Kısmî davanın, yani talebin dışında kalan kısmın tespiti yapılmamaktadır. Bu nedenle, kısmî davanın açıldığı gibi kesinleşmesi hâlinde; daha sonra alacağın kalan kısmı için açılacak olan davada, kısmî davadaki bilirkişi raporu ve diğer delillerin kesin delil olup olmadığı ya da kısmî dava hükmünün kesin hüküm olup olmadığı bile tartışma konusu oluşturabilecektir. Şöyle ki;

Kısmî davanın kabulü hâlinde, kısmî dava için verilen karar, davanın saklı tutulan kısmını oluşturan ve ek davaya konu yapılan alacak bakımından kesin hüküm oluşturmaz. Ancak hâkim, kesin delil olarak değerlendirebilir. Ancak kısmî davanın reddi halinde, bu ret kararı, saklı tutulan ve ek davaya konu yapılan alacak için kesin hüküm oluşturur. Kısmî davanın içinde yer alan tespit bölümü, sonradan açılan ek dava için kesin delil teşkil eder. Kısmî davada alınan bilirkişi raporunun içeriğinde yer alan, ancak kısmî davanın konusunu aşan kısım bakımından, bilirkişi raporu bağlayıcı nitelikte olmadığından ötürü, ek dava için yeniden bilirkişi incelemesi yapılabilir. (Yargıtay 9.H.D.’nin aksi yönde kararları bulunmaktadır). Bilirkişi raporu, takdiri delil olduğu için; hâkim, kısmî davada alınan bilirkişi raporunu, ek davada da kabul edebilir. İşçi ile işveren arasındaki davada alınan bilirkişi raporu, SSK tarafından açılan rücu davasında kesin delil olur [25] .

Son olarak belirsiz alacak davasında amaç alacağın tamamına ilişkin bir hüküm kurdurmak olup, karar sonucu alacağın tamamına ilişkin hüküm ve sonuçlar doğururken; kısmî davadaki karar, alacağın tamamı için değil, yalnızca dava edilen kısmı bakımından hüküm ve sonuçlarını doğuracaktır[26].

III. İŞÇİLİK ALACAKLARI YÖNÜNDEN BELİRSİZ ALACAK ve KISMΠALACAK DAVASI

Belirsiz alacak ve kısmî dava uygulamalarında en sık karşılaşılan sorunlar, işçilik alacaklarına ilişkin davalarda ortaya çıkmaktadır. Yargıtay'ın farklı daireleri arasındaki görüş ayrılıkları, doktrindeki çeşitli görüşler, konuyla ilgili fikir birliği oluşturulmasını güçleştirmiştir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndan önce, işçilik alacaklarına ilişkin talepler, genellikle kısmî dava olarak açılmakta idi. Örneğin, davacı işçi (veya vekili) pilot dava adı altında, kıdem, ihbar, fazla çalışma, yıllık ücretli izin alacağı gibi alacaklarını tam olarak belirlemeden (hakkını saklı tutarak) kısmî dava açmakta, sonra bilirkişi raporları alıp, saklı tuttuğu kısmı ıslah yolu ile artırmaktaydı. Fakat bu tür taleplerin, belirsiz alacak davasının koşullarını taşımadığı hâllerde, tam bir eda davası olarak açılması gerekirken, belirsiz alacak davası da açmak mümkün değildi. Örneğin davacı işyerinde, kaç yıldır çalıştığını, son ücretinin ne olduğunu, kaç yıldır izin kullanmadığını, ne kadar süre ile fazla çalıştığını bilebilmekte ise, bu talep sonucunu belirleyebilecek durumda olduğu gösterir. Bu veriler belli ise davacı dava açarken kıdem ya da ihbar tazminatına ilişkin talebi için hesap yapılabilir ve talep sonucunu belirleyebilir. Şüphesiz, her davada olduğu gibi bu davada da bu süreler veya ücretin miktarı hakkında taraflar arasında uyuşmazlık bulunabilir. Ancak, belirsiz alacak davasının açılabilmesi için gereken koşullar arasında dava konusunun taraflar arasında uyuşmazlık konusu olması yoktur. Zaten her davada taraflar arasında uyuşmazlık olabileceğine göre böyle bir sebep belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bu nedenle açılan davada talep sonucunun taraflar arasında tartışmalı olması belirsiz alacak davasının açılabilmesini olanaklı kılmaz.

Davacı, dava dilekçesinde tüm vakıalara dilekçesinde somut olarak yer vermeli, talep sonucunu belirleyebiliyorsa bir eda davası açmalıdır. Kısmî davadan gelen eski alışkanlıklarla dava dilekçesine bazı vakıaları sıralayarak, ancak hiçbir hesap yapılmadan belirsiz alacak davası açılması mümkün olmamalıdır. İş hukukunda genel olarak işçi alacaklarının belirsiz alacak davası biçiminde talep edilebilmesi yönünde kategorik bir sonuca varılamaz. Ancak belirsiz alacak davasının açılabilmesinin koşulu olan, talep sonucunun belirlenmesi alacaklıdan beklenemeyecek kadar zor ise şüphesiz bu tür talepler belirsiz alacak davası olarak açılabilecektir. Ancak kısmî dava ile belirsiz alacak davasının koşulları aynı değildir. Bu nedenle belirsiz alacak davası açamayan davacı koşulları mevcutsa kısmî dava açabilir.

Diğer taraftan, belirsiz alacak davası kavramı 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesi ile getirilmiştir. Belirsiz alacak davası öncelikle bir tür eda davasıdır. Eda davasından farkı ise, talep sonucunda istenilen alacağın dava açıldığı anda tam olarak belirlenmemesidir. Belirsiz alacak davasında davanın belirsiz alacak davası olduğu belirtilmelidir. Belirsiz alacak davası açıldığında, alacak yargılama aşamasında belirli hâle geldiğinde, ıslah dilekçesi ile miktarın arttırılmasına gerek olmadığı gibi böyle bir durumda zamanaşımı itirazı da savunmanın genişletilmesi yasağına takılır. Oysa belirsiz alacak davası belirtilmeden açılan kısmî davada, yargılama sırasında miktarın ıslah ile arttırılması durumunda, davalının ıslah zamanaşımı savunmanın genişletilmesi yasağına takılmaz [27].

IV. Yargıtay Kararları Bakımından Konunun Değerlendirilmesi

İşçilik alacaklarına ilişkin taleplerde, belirsiz alacak ya da kısmî davanın uygulama alanı bulup bulamayacağına ilişkin Yargıtay'ın da farklı görüşler içeren çeşitli kararları vardır;

Örneğin; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 27.02.2012 gün ve E. 2012/1757, K. 2012/5741 sayılı kararı [28] konuyla ilk önemli kararlardandır . “…İşçinin iddia ettiği temel ücret miktarı işverence kabul edilmediğinde meslek kuruluşlarından olası (adet-emsal olan) ücret yönünden araştırmaya gidilmekte ve çoğunlukla meslek odasının bildirdiği ücret hesaplamaya esas alınmaktadır. Bu ihtimalde işçi iddia ettiği ücreti kanıtlayamamış olmaktadır. Zira ücretle ilgili tüm deliller işveren uhdesindedir ve işçinin çoğu kez bu delillere ulaşmasına imkân tanınmamaktadır. Bu yönüyle temel ücretin tespitindeki ve ispatındaki ülkemize has güçlükler sebebiyle kısmi davanın açılmasında işçinin hukuki menfaatinin olduğu kabul edilmelidir…” şeklindeki kararıyla 9. Hukuk Dairesi, alacağın, miktar olarak belirlenmesi davalının elindeki bilgi ve belgelerden anlaşılabileceği için, tartışmalı ve belirli olmadığı gerekçesiyle işçi alacaklarına kısmî dava açılmasına imkân sağlamıştır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise daha ileri tarihli bir kararında [29] ; “…işçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, bu alacaklarda, talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru değildir. Bu nedenle, talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır... …Uyuşmazlığa konu fazla mesai ücreti alacağı ve kıdem tazminatı alacağı istemleri yönünden yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre, gerçek fazla mesai ücretine ulaşmak için kesin delillerle fazla mesai süresinin ispatlanamadığı durumlarda, takdiri delillerle belirlenen süreden bir miktar sürenin indirilmesi gerektiği kabul edilmektedir (Yargıtay HGK 05.05.2010 gün ve 2010/9-239 Esas 247 K. sayılı ilamı). Ayrıca somut olayda, davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin aldığı ücretin ne olduğu konusunda bir açıklamada bulunmamış, keza davalı vekili de cevap dilekçesinde ücret ile ilgili açıklayıcı bir beyanda bulunmamıştır. Dosya içerisinde bulunan davacının 2011 yılı 7. aya ait ücret bordrosunda 30 günlük ücretinin 860,35 TL olduğu halde, banka hesap ekstresinde davacıya 05.07.2011 tarihinde 408,00 TL, 19.07.2011 tarihinde 250,00 TL olmak üzere 2011 yılı 7. ayında 658,00 TL ödeme yapıldığı anlaşılmaktadır. Davacının ücreti ile ilgili iş yeri ücret bordroları ile banka hesap ekstresi farklılık gösterdiği gibi işverenin, 4857 sayılı İş Kanununun 8/3 maddesi uyarınca işverene yüklenen yükümlülükleri yerine getirdiğini gösterir bir delil de davalı tarafça dosyaya sunulmamıştır. Somut olayda, tüm bu açıklamalar dikkate alındığında dava konusu fazla mesai ve kıdem tazminatı istemi için de HMK m.109/2 anlamında talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğundan söz edilmesi mümkün değildir…” şeklindeki kararı ile dava konusu edilen işçilik alacaklarının her somut olaya göre değerlendirilmesi gerektiği, kategorik olarak tartışmasız veya açıkça belirli olduğunun veya tersinin kabulünün doğru olmayacağını belirtmiştir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi de yukarıdaki Hukuk Genel Kurulu Kararı kararından sonraki bir tarihte, 2013/10344 E., 2013/28364 K. sayılı kararında [30] ; “…davaların yığılması halinde, davacının isteklerinin bir kısmi belirli bir kısmi belirsiz alacak davası konusu olabilir. Bu durumda talep edilen alacaklardan açıkça belirli olan ve tartışmalı olmayanlar için belirsiz alacak davası veya kısmi dava ile talepte bulunulamaz. Bu nedenle dava şartlarının da her talep açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Bir talep için dava şartının yokluğu, dava şartı olan ve gerçekleşen talepler içinde davanın usulden reddini gerektirmez…Objektif dava birleşmesi şeklinde açılan iş bu davada her talebin ayrı bir dava konusu olduğu, davanın her talep açısından eda (tahsil talebi ile) davası niteliğinde belirsiz alacak davası olduğu ve davacının talep ettiği alacakların dava açıldığı anda belirlenebilir olmadığı açıkça anlaşılmıştır.” şeklindeki hükmüyle, kıdem tazminatı, izin ücreti, genel tatil ücreti ve fazla çalışma alacakları istenen bir uyuşmazlıkta işçilik alacaklarına ilişkin olarak birden fazla talebin bulunduğu davalarda her bir talep için ayrı yargılama yapılması gerektiğini belirtilerek davaya konu taleplerin belirsiz olduğuna hükmetmiştir.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi ise konuya ilişkin olarak başlangıçta verdiği kararlardan biri olan 31.12.2012 gün, E. 2012/30463 ve K. 2012/30091 sayılı kararında [31] ; “Belirsiz alacak davası ile kısmi dava birlikte değerlendirildiğinde, eğer alacak belirli veya belirlenebilir nitelikte ise, tam veya kısmi şekilde belirsiz alacak davası açarak, bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmak mümkün değildir. Ancak, Kanunun kısmi dava açma imkânını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür… Davaya konu işçilik alacakları bakımından Mahkeme kararında da belirtildiği üzere belirsiz alacak davası açılması söz konusu olmayacaktır. Ancak, somut olaydaki durumda kısmi dava açılması mümkündür. İş sözleşmesinin feshinden kaynaklanan ya da iş sözleşmesine aykırılıktan doğan işçilik alacaklarına yönelik davaların kısmi dava konusu yapılması, her somut olayın özelliği dikkate alınmak ve yukarıda belirtilen şartları taşımak kaydıyla kural olarak mümkündür…” diyerek işçilik alacaklarının kısmî davanın şartlarını taşıdığı hâllerde bu yolla istenebileceğine hükmetmiştir.

Yargıtay'ın bu 9. ve 22. hukuk dairelerinin yakın tarihli kararlarına baktığımızda; 9. HD'nin şartlar oluştuğunda işçilik alacaklarına ilişkin talepleri içeren davaların belirsiz alacak davası olarak açılabileceği görüşünde olduğu [32] , alacağın belirsiz olduğu hâllerde davacının talebini ister belirsiz alacak ister kısmî dava yoluyla öne sürebileceği yönünde kanaati [33] bulunduğu görülmektedir. 9. HD'nin işçilik alacaklarının belirsiz alacak davası olup olamayacağına dair belirlediği kriterler 12.01.2016 tarih, 2015/33537 E., 2016/336 K., sayılı kararında [34] şu şekilde belirtilmişlerdir; " Kıdem tazminatı hesabı için, işçinin çalıştığı süre, fasılalı çalışma olup olmadığı, bu süre içinde ihbar önelini altı hafta aşan istirahat raporu alınıp alınmadığı, ücretsiz izin uygulaması olup olmadığı, grevde geçen sürenin varlığı, işçinin son ücreti, ücretin eki niteliğindeki ödemelerin son bir yıllık toplamı, işçiye sağlanan ayni hakların parasal değeri ve son bir yıllık ortalaması, ücretin eki mahiyetindeki ödemelerin devamlılık arz edip etmediği gibi konuların net olarak BİLİNEBİLMESİ GEREKİR. Bu yüzden işçinin hesabın unsurlarına dair sözü edilen bir veya birkaç konuda belirsizlik halinde kıdem tazminatının başlangıçta tam olarak ve tamamen belirlenmesi mümkün olamaz. HMK’nın 107. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere alacaklının “alacağının tamamını tam olarak” tespiti MÜMKÜN DEĞİLDİR. Bu nedenle hesabın unsurlarındaki tartışma ve belirsizlik, alacağın da belirsiz olması sonucunu doğurur. Ancak ücret ve eklerine dair tartışma kıdem tazminatı tavan sınırlaması sebebiyle sonuca etkili değilse, kıdem tazminatının belirsiz alacak davasına konu EDİLEMEYECEĞİ DÜŞÜNÜLMELİDİR.

İhbar tazminatı hesabı noktasında kıdem tazminatı için sözü edilen tavan sınırlaması hariç, hemen hemen aynı verilere İHTİYAÇ VARDIR. İşçinin çalışma süresindeki tartışmanın ihbar süresine dair dilimi etkilemesi veya işçinin ücreti ve eklerindeki herhangi bir tartışma halinde ihbar tazminatı hesabı DA BELİRSİZDİR.

İşçinin ücretini ve çalışma süresini bilmesi gerektiği varsayımıyla ihbar ve kıdem tazminatının her durumda belirli olduğunu söylemek isabetli bir yaklaşım olmaz. Çalışma süresine ve ücretiyle eklerine dair yasal yükümlülüğe rağmen işverence belge verilmemiş bir işçinin, işverende mevcut işyeri şahsi sicil dosyasına ulaşmadan ve işverence bilgi ve belge sunulmadan önce henüz dava açma aşamasında bu tür tazminatların tamamını ve tam olarak hesaplamasını beklemek ve bunu bir dava şartı olarak kabul etmek, hak arama özgürlüğünü zedeler. Bu konuda alınacak olan uzman raporu da hesap noktasında aynı belge eksiklikleri sebebiyle yeterli olmayacağı gibi, iş sözleşmesi yasal hakları ödenmeksizin feshedilen işçiden dava öncesinde alacaklarını belirleyebilmek için hesap raporu almak yönünde bir masraf yapmasını beklemek de doğru olmaz.

Yıllık izin ücreti hesabının unsurları, işçinin çalışma süresi ve ÜCRETİN MİKTARIDIR. İşverence yasal düzenlemelere rağmen bu yönlerden belge düzenleme ve işçiye verme yükümlülüklerin yerine getirilmemiş olması halinde işçinin yıllık izin ücretini dava öncesinde tam olarak belirlemesi mümkün olmayabilir. Bu açıdan çalışma süresi ve ücretin tartışmalı olması durumunda yıllık izin ücreti belirsiz alacak davasına konu edilebilir. Ancak çalışma süresi ve ücretin işçiye verilmiş veya ulaşabileceği belge ve kayıtlarla kesin olarak saptanabildiği hallerde yıllık izin ücretinin belirli olduğu ve belirsiz alacak davasına konu OLAMAYACAĞI SÖYLENEBİLECEKTİR.

Fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil çalışmaları karşılığı ücretler için ise çalışmaların tamamının puantaj kayıtlarına dayandırıldığı istisnai durumlar dışında hâkimin taktiri indirimi söz konusu olduğundan, alacakların, davanın açıldığı aşamada tam olarak belirlenmesi MÜMKÜN DEĞİLDİR. Bu itibarla sözü edilen alacakların belirsiz alacak davasına konu edilebileceği ilke olarak KABUL EDİLMEKTEDİR."

22. HD'nin ise, genel prensip olarak şartlar oluştuğu takdirde işçilik alacakları yönünden de belirsiz alacak davası açılabileceğini belirtse de, vermiş olduğu kararlarda bunu çok daha sıkı şartlara bağlamış, çoğunlukla kısmî dava seçeneğini kabul etmiştir. 22. HD'nin 11.05.2015 tarih, 2015/11295 E., 2015/17070 K., sayılı kararında[35] ve bir çok diğer kararında yer verdiği konuya ilişkin kriterleri ise şu şekildedir; " Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz KABUL EDİLMELİDİR.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan BEKLENEMEYECEK OLMASIDIR. Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun AMACINA AYKIRIDIR. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme ÖNÜNE GELMEKTEDİR. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkana sahip OLUP OLMADIĞIDIR. Burada, alacağın belirlenebilir olmasıyla ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi GEREKTİĞİ UNUTULMAMALIDIR. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesiyle onun ispatı AYRI ŞEYLERDİR. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği KABUL EDİLMELİDİR. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için YETERLİ DEĞİLDİR. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme YAPILMASI GEREKLİDİR.

Hâkime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Ör: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hâkimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkânsız olduğu KABUL EDİLMELİDİR. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda takdiri indirim yapılması gerekliliği

KABUL EDİLMEKTEDİR. Bu halde, şahit anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hâkimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirlenebilir olmadığından, alacak belirsiz KABUL EDİLMELİDİR.

Zaman zaman, 6100 s. Kanunla birlikte kabul edilen belirsiz alacak davasıyla kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine KULLANILDIĞI GÖRÜLMEKTEDİR. Oysa bu iki davanın amacı ve NİTELİĞİ AYRIDIR. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava AÇILMASI MÜMKÜNDÜR.

Belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava AÇILMASI MÜMKÜNDÜR. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkândan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 s. Kanun'un 109 uncu maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz KONUSU OLAMAYACAKTIR. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda DAVASI AÇILABİLECEKTİR. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi DAVA AÇILABİLECEKTİR.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi YOLUNA GİDİLMELİDİR. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun İZİN VERMEMİŞTİR. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir SÜRE VERİLMEMELİDİR. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 s. Kanun'un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar YOKLUĞUNDAN REDDEDİLMELİDİR. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki YARAR DEĞİLDİR. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki YARAR DEĞİLDİR. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkân sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usul bakımından imkân yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de AYKIRI OLACAKTIR. Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 s. Kanun'un 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu BELİRTİLMEMİŞ OLACAKTIR. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 neci maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun BELİRTİLMESİ İSTENMELİDİR. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir YOL İZLENMELİDİR. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan DAVA REDDEDİLMELİDİR. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).

6100 s. Kanun'un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanunun 297/2 neci maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKECEKTİR.

Son olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise, 17.05.2015 tarihli, 2015/22-1052 E., 2015/1612 K. sayılı kararıyla [36] , "Davacı vekili, dava dilekçesinin sonuç kısmında talep ettiği her alacak için bir miktar yazdıktan sonra parantez içinde “belirsiz” ibaresini kullanarak işçilik alacaklarının tahsilini TALEP ETMİŞTİR. Ayrıca yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuna göre alacak miktarının artırılması talepli dilekçesinde ise “belirsiz alacak davasındaki” taleplerini artırdığını belirterek davasının belirsiz alacak davası olduğunu açıkça BEYAN ETMİŞTİR. Davacı vekilinin talebinin açıkça belirsiz alacak davası olduğu halde mahkemece davanın kısmi dava kabul edilerek karar verilmesi DOĞRU DEĞİLDİR." Şeklinde hüküm vermiştir.

SONUÇ

Hukukumuza yakın sayılabilecek bir tarihte giren, belirsiz alacak ve kısmî dava türleri, uygulamada yaşanılan bir takım aksaklıkları, bilhassa talepçiler yönünden, içine düşülen mağduriyetleri ortadan kaldırmak amacıyla sistemimize dahil edilmiştir. Esasen, oluşturulan her hukukî müessesenin, getirilen her yeniliğin temel amacı o hukuk düzenine tâbi olarak yaşayan bireylerin hak arama yolundaki çabalarına katkı sağlamaktır. Tabiî bu katkıyı oluşurken de, bir başkasının mağduriyetine yol açmayacak bir denge oluşturmak en büyük zorluktur. Konumuz olan iki dava türünü bu açıdan ele aldığımızda, kanun koyucu ve uygulayıcıları açısından edinilen amaç, bir yandan dava yolu ile talep edilecek hakkın, o anın şartları itibariyle, miktarının bilinemediği veyahut başkaca sebeplerle tamamının o an için ortaya sürülmesinin davacının hukukî yararına olmadığı hâllerde, davacının o hakkı mahkemeler yoluyla aramak için büyük risklere girmesine, bir belirsizliğe kendisini sürüklemesine mâni olmak, onun özgürce ve korkusuzca hakkını aramasının önünü açmak, diğer yandan, yerli yersiz taleplerle, ya tutarsa mantığıyla, sözde hak arama yoluna giden, mahkemeleri bir kazanç kapısı gibi gören kişilerin iyiniyetle bağdaşmayacak eylemlerini önlemek, kendisine dava yöneltilen kişilerin haklarına zarar gelmesini önlemek olmalıdır.

Getirilen düzenlemeler ile sisteme dahil edilen belirsiz alacak ve kısmî dava uygulamalarıyla, davacıların talep usulleri yönünden bir esneklik sağlanarak, hak arama hürriyetinin kullanımı yönünden bir miktar katkı sağlansa da, uygulamada ortaya çıkan farklılıklar, Yargıtay'ın farklı daireleri arasındaki görüş ayrılıkları, asgarî düzeyde de olsa, somut, açıkça anlaşılır ve uyulabilir kriterlerin bir türlü belirlenemeyişi, pek çok mağduriyete, aksaklığa, karmaşaya sebep olmuştur. Yargıtay'ın olaya çözüm getirmeye hizmet etmesi beklenen kararları ise, konuyla ilgili belirsizliği daha perçinlemiştir. Yargıtay, uzun, sayfa sayfa kararlarında çok sözle, çokça karmaşa yaratmıştır. Farklı daireler arasındaki görüş ayrılıkları, doğal olarak kararlara da yansımış, talepçileri yüksek yargılama giderlerine katlanmak riskinden muaf tutmayı amaçlayan davalar, davacıları; "acaba bizim davamız temyiz sonrasında talep usulümüzü doğru bulan Yargıtay dairesine mi yoksa diğer daireye denk gelecek?" korkusu içine itmiştir. Bu problemlerin en çok yaşadığı alan ise iş hukuku olmuştur.  

                                                                                                                                                                                                    İ.M.Ö., 20 Mayıs 2017.



[1][1] https://www.corpus.com.tr/#!/AnayasaMahkemesi, Erişim Tarihi; 20.04.2017

[2]Kuru. B., Arslan. R., Yılmaz. E., Medenî Usul Hukuku,22. Baskı, Ankara 2011, s. 276

[3] Kuru. B., Arslan. R., Yılmaz. E., s.277

[4] Pekcanıtez. H., Atalay. O., Özekes. M., Medenî Usûl Hukuku, Ankara 2013, s.248

[5] Pekcanıtez. H., Atalay. O., Özekes. M., s.249

[6]   Çil, Ş.,Kar, B.; 6100 Sayılı HMK’ye Göre İş Yargısında Belirsiz Alacak Davası ve Kısmi Dava, 2. Bası, Ankara, s.22

[7] Pekcanıtez. H., Atalay. O., Özekes. M., s.249

[8] Pekcanıtez. H., Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulaması, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 15, Özel S., 2013, Basım Yılı 2014, s.934

[9] Pekcanıtez., H., s. 938-939

[10] Çil. Ş., Kar. B., s. 33-34

[11] Simil, C., Belirsiz Alacak Davası, İstanbul 2013, s. 212

[12] . HD, 20.12.2012 gün, E. 2012/17790, K. 2012/21290, https://www.corpus.com.tr/#!/Yargitay, Erişim Tarihi: 21.04.2017

[13] Simil. C., s. 239, 244

[14] Pekcanıtez. H., Atalay. O., Özekes. M., s.251

[15] Pekcanıtez. H., Atalay. O., Özekes. M., s.251

[16] Pekcanıtez., H., s. 946-948

[17] Kuru. B., Arslan. R., Yılmaz. E., s.285-286

[18] Pekcanıtez. H., Atalay. O., Özekes. M., s.260

[19] https://www.corpus.com.tr/#!/Yargitay, Erişim Tarihi: 22.04.2017

[20] Dedeağaç. E., Sanal E., Ankara Barosu Dergisi, HMK Değişikliği, 2015/3, s. 481-483

[21] Yılmaz, Ejder; Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 2. Bası, Ankara 2013, s. 762

[22] Simil. C., s.105-106

[23] Çil. Ş., Kar. B., s. 28

[24] Simil. C., s.108

[25] Kuru., B., Hukuk Muhakemeleri Usulu, 6. Baskı, İstanbul, s. 1548, 2801

[26] Simil. C., s. 111

[27] Pekcanıtez., H., s. 948-950

[28] https://www.corpus.com.tr/#!/Yargitay, Erişim Tarihi: 20.04.2017

[29] 17.10.2012 gün ve E. 2012/9-838, K. 2012/715 sayılı kararında, https://www.corpus.com.tr/#!/Yargitay, ErişimTarihi: 20.04.2017

[30] https://www.corpus.com.tr/#!/Yargitay, Erişim Tarihi: 21.04.2017

[31] https://www.corpus.com.tr/#!/Yargitay, Erişim Tarihi: 21.04.2017

[32] Bkz. Bu yöndeki kararlar; 9. HD. 2014/36316 E., 2015/283 K.; 2014/31734 E., 2014/35646 K.; 2012/39586 E., 2013/4158 K., 2014/34138 E., 2016/6699 K., https://www.corpus.com.tr/#!/Yargitay, Erişim Tarihi; 20.04.2017

[33] Bkz. Bu yöndeki kararlar; 9. HD. 2014/22870 E., 2015/34179 K., 2014/31734 E., 2014/35646 K., 2014/27631

E., 2016/163 K., ://www.corpus.com.tr/#!/Yargitay, Erişim Tarihi; 20.04.2017

[34] //www.corpus.com.tr/#!/Yargitay, Erişim Tarihi; 20.04.2017

[35] www.corpus.com.tr/#!/Yargitay, Erişim Tarihi; 20.04.2017

[36] www.corpus.com.tr/#!/Yargitay, Erişim Tarihi; 20.04.2017                                                                                                                                                                                         

 


İŞ HUKUKUNDA BELİRSİZ ALACAK ve KISMİ DAVA

Belirsiz alacak ve kısmî davaya ilişkin uygulama ve düzenlemeler, hukuk sistemimize, yakın sayılabilecek bir zamanda girmiştir. 1086 sayılı mülga HUMK...

İLKER M. ÖZSOY

2/23/202142 min oku